EKM EĞİTİM MERKEZİ | EĞİTİM DANIŞMANLIĞI

BİR HAYAT FELSEFESİ OLARAK TOPLUMDA KALİTE YÖNETİMİ

 ağın en büyük sorunu bilgiyi yönlendirmek, yönetmek ve mümkün olan en yüksek düzeyde bundan yararlanmaktır. Bilgi çağındaki değişimlere yaratıcı tepkide bulunmak ve değişimi fırsatlara dönüştürmek için sürekli yeni arayışlar içinde olan yöneticiler ve organizasyon kuramcıları; Toplam Kalite Yönetimi (TKY) yaklaşımını ortaya koymuşlardır. Toplamın Tsi; tüm çalışanların katılımını, yapılan işlerin tüm yönlerini, müşterileri ve üretilen ürün ile hizmetlerin tümünü kapsamakta olan, kalitesinin Ksı; müşterinin bugünkü beklenti ve ihtiyaçlarını tam ve zamanında karşılayıp, onlara gelecekteki beklentilerini aşan ürün ve hizmetler sunmayı ifade eden ve yönetiminin Ysi ise; yönetimin her konuda çalışanlara liderlik yapması, çalışanlara örnek model oluşturması ve organizasyon çapında katılımcı, demokratik bir yönetimin sağlanması anlamına gelen –kökleri; insanların, kuruluşların ve yönetimin ortak ve birleştirici bir hedefi olduğu varsayımında yatmakta olan- Toplam Kalite Yönetimi, Sivil Toplum Kuruluşları için de etkin yönetimin anahtarı olarak karşımıza çıkmaktadır. +

-
Bu yazı 14322 defa okunmuştur.
 
Bürokratik sanayi toplumu ile bilgi toplumu arasında bulunduğumuz 2000li yıllarla beraber insanlık, bir çağın olduğu kadar toplumsal bir modelin de sonuna gelmiş bulunuyor. Artık sanayi toplumunun değeri olan ticarî zenginlik, teknolojik mülkiyet geçerli ve önemli mülkiyet, ögeleri olmaktan hızla çıkmaktadır. Toplumsal mensubiyetlerin yerine bireysel ve toplumsal performansların ödüllendirildiği bu yeni toplumda mülkiyet ögesi ve yükselen değer, bilgidir.
Toplumsal sorunları çözme işlevini yüklenen en büyük örgütler olarak devletin ve kamu yönetimlerinin birçok alanda yetersiz kalması, hatta bir dizi alanda topluma karşı tavır alır hâle gelmesi sonucunda doğan boşluklar, yeni toplumda bireylerin kendi örgütlenmeleri ile doldurulur hâle gelmiş ve giderek fark edilmiştir ki; aslında bu alanlar kamu kurumlarının düzenlemesi gereken alanlar değil, sivil toplum kuruluşlarının (STK) bizatihi kendilerinin düzenleyebileceği, kendi öz alanlarıdır. Böylece STKlar çözüm arayışlarının nesnesi olmaktan çıkıp yeni toplumun öznesi olmaya yönelmişlerdir.
Çağın en büyük sorunu bilgiyi yönlendirmek, yönetmek ve mümkün olan en yüksek düzeyde bundan yararlanmaktır. Bilgi çağındaki değişimlere yaratıcı tepkide bulunmak ve değişimi fırsatlara dönüştürmek için sürekli yeni arayışlar içinde olan yöneticiler ve organizasyon kuramcıları; Toplam Kalite Yönetimi (TKY) yaklaşımını ortaya koymuşlardır. Toplamın Tsi; tüm çalışanların katılımını, yapılan işlerin tüm yönlerini, müşterileri ve üretilen ürün ile hizmetlerin tümünü kapsamakta olan, kalitesinin Ksı; müşterinin bugünkü beklenti ve ihtiyaçlarını tam ve zamanında karşılayıp, onlara gelecekteki beklentilerini aşan ürün ve hizmetler sunmayı ifade eden ve yönetiminin Ysi ise; yönetimin her konuda çalışanlara liderlik yapması, çalışanlara örnek model oluşturması ve organizasyon çapında katılımcı, demokratik bir yönetimin sağlanması anlamına gelen –kökleri; insanların, kuruluşların ve yönetimin ortak ve birleştirici bir hedefi olduğu varsayımında yatmakta olan- Toplam Kalite Yönetimi, sivil toplum kuruluşları için de etkin yönetimin anahtarı olarak karşımıza çıkmaktadır.
 
EFQM Mükemmellik Modeli Kriterleri Kapsamında STK ve TKY İlişkileri
1. Liderlik: Liderlik doğru şeylere yoğunlaşmak, yönetim ise doğru yapmakta yoğunlaşmaktır. Her ikisi de bir kurumun hayatî fonksiyonlarındandır. Liderler; vizyon sahibi olmak, vizyonu ve bilgiyi paylaşmak, değişikliklere açık olmak ve yeni projeler üretmek, insanlarla bireysel olarak ilgilenmek, kişilere güvenini ifade edebilmek, sorun çözmek ve karar vermek, işlerin akışını yönetmek, organizasyonun iletişim kanalları ve hizmetkârı olmak, çatışan amaçları dengelemek, öncelikleri saptamak, cesaretlendirici olmak, zor kararları almak, analitik ve kavramsal düşünebilmek, profesyonel ahlâka sahip olmak, merhametli, güvenilir olup duyguları anlayabilmek, rehber ve işbirlikçi olmak, hizmetkâr olmak noktalarında sorumluluk taşımaktadırlar. Geleceğin liderinin özellikleri sürekli öğrenme, global bakış açısı, örgüt/bireye önem verme, vizyonerlik, gurubun bir parçası olma, çoklu kültüre imkân tanıma, liderliği kurumsallaştırma ve güven kazanma olacaktır.
Eğer bir sivil toplum kuruluşu kendi iç işleyişinde, gerçekten demokratik bir ortamı sağlayabilmişse bu, toplumun demokratikleşmesi için de önemli bir imkândır. Yönetim kurulu üyelerinin ortalama görev süreleri bir sivil toplum kuruluşundaki yönetim dinamiğine işaret eder. Belirli koşullar altında, ortalama görev süresinin uzunluğu -seçim mekanizması düzgün çalışsa bile- kuruluş içi demokrasinin işlerliğinin ve liderliğin kurumsallaşması sürecinin bir göstergesidir. Önde Gelen STKlar Araştırma Raporuna göre yönetim kurullarının ortalama görev süresi 4.4 yıldır. En uzun görev yapan yönetim kurulları oda ve sendikalardadır. Kadınların -Türkiye nüfusunun yarısını oluşturmalarına rağmen- yönetim kurulu üyelerinin sadece altıda birini oluşturmaları ise düşündürücüdür.
Sivil toplum kuruluşlarımız yönetim (profesyonel) kadrolarının etik sorunları -Temmuz 1999da düzenlenen Sivil Toplum Kuruluşları ve Etik Sempozyumu Sonuç Raporları kapsamında- üçlü ilişkiler sistemi çerçevesinde aşağıdaki gibi değerlendirilebilir:
a. Kadroların yönetimle ilişkilerinden kaynaklanan sorunlar: Görev tanımlarının belirsizliği, bilgi kanallarının kapalı oluşu, bilinçli olarak bilginin esirgenmesi veya yanlış bilgilendirme, çalışanların kendilerini geliştirebilmeleri için sağlanan olanakların hakça dağıtıl(a)maması, karar süreçlerinde demokratik yönetim ve katılımcı ortamın olmaması, yapılan işin olduğundan farklı gösterilmesi, kişisel varlığın ve konumun güçlendirilmesi için ortamın haksızca kullanılması, yapılan işe saygı ve sorumluluk duyulmaması, kaynakların etkin ve verimli kullanıl(a)maması, çalışanların verimlilik ve katkılarının hakça değerlendiril(e)memesi ve bilgiyi paylaşmada ayrımcılık yapılması olarak karşımıza çıkmaktadır.
b. Ücretlendirme sorunları: Üst yönetici kadrolar ile alt kadrolar arası ücret farklılığı, ücret politikasının olmaması veya standart olmaması, sosyal haklar tanınmaması veya olanlardan yararlanamama ve STKların amacı ile örtüşen veya örtüşmeyen projelerin maddî çıkar uğruna kullanılması olarak özetlenmiştir.
c. Diğer çalışanlarla STK içi ilişkiler: Yıkıcı rekabet, bilginin paylaşımının eksik olup sürekli olmaması, güven sarsıcı yaklaşımlar, olumsuz davranış biçimleri, gönüllüler ve profesyoneller arası ilişkilerde eşitlik ilkesinin göz ardı edilmesi yaşanan problemler arasındadır.
STKnın verimli çalışabilmesinin en önemli koşullarından birisi, profesyoneller ile gönüllüler arasındaki dengenin kurulabilmesidir. Bir kurumun performansını kurum içinde ve dışında, kurumun kontrolünde veya kontrolü dışında etkileyen her şeyin yönetimin/liderliğin ilgi ve sorumluluğu dahilinde olduğu unutulmamalıdır.
2. Çalışanların Yönetimi: Günümüzde bir kurumun başarısı fiziksel  varlığından çok entellektüel kapasitesi ile sistem kapasitesine bağlıdır. Amacı ve çapı ne olursa olsun, çağdaş bir sivil örgüt yapılanmasında başarının temeli ekiptir. Ekip temel olunca, tek elden karar alma,  uygulama ve merkeziyetçilik mümkün olmadığı gibi klâsik buyurgan hiyerarşi de ortadan kalkmaktadır. Ekibi doğru tanımlamak, amacın bilincinde olmak, ekibin başarısını değerlendirmek, kurumun genel yapısında ekibin yerini belirlemek bu süreçte önem taşıyan unsurlardır.
Karar alma ve uygulama süreçlerine katılmak, bütünde cereyan eden olaya kendi zenginliklerini katmak isteyen ve bunu en doğal hakları sayan bireylerin performanslarını arttırmak için maddî ödüller vermek yerine açık fikirli olmak ve içtenlik çoğu zaman yeterlidir. Başarı hâlinde teşekkür, dinlemeye zaman ayırma, performansları hakkında görüş bildirme, açık ve güvenli bir iş ortamı, karar alma sürecine katılım, sahiplik duygusu aşılama ve yeni beceriler edinmelerine imkân verme, motivasyonun kaynaklarıdır. Bireyin verimliliğini, “görev nedir?” sorusunu sorarak kendi verimliliğinden sorumlu olmak, özerklik, sürekli yenilik, sürekli öğrenme ve çıktı kalitesi belirler.
3. Politika ve Stratejiler: Değişim; gelecek için değişimi, sürekliliği dengeleyen politikaları, değişimi arayan ve sezen sistematik metotları ve değişimin kuruluş içi ve dışında doğru tanıtılmasını gerektirir.
Sivil toplum kuruluşları temelde belli toplumsal değerleri korumak, desteklemek ve geliştirmek üzere ortaya çıkmakta olduklarından bu kuruluşların yapısı ve işleyişinde etik kaygıların çok önemli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü değer kavramı öncelikle etik bir kavramdır ve dolayısıyla işlevi değerlerle bu kadar iç içe olan bir sivil toplum kuruluşu, etik bir işlev de yüklenmiş demektir. STKnın toplumsal değer(ler)e dayalı ve demokratik bir biçimde hazırlanmış, vizyon ve misyonu içeren bir kurucu belgesi olmalıdır. Vizyonun somut plânlara dönüşmesi, programların misyonu gerçekleştirmek üzere hazırlanması ve hem malî kaynakların hem de insan kaynaklarının bu misyonu gerçekleştirmek üzere kullanılması gereklidir. Bu misyon ve program ile onlara bağlı olarak verilen hizmetlerin zaman içinde değişen toplumsal koşullar ışığında düzenli olarak gözden geçirilmesi ve gerektiğinde değiştirilmesi de önemlidir. Kuruluşun tüm ilişkilerinde; açıklık, şeffaflık ve tutarlılık içinde olmak, ayrımcılık yapmamak, farklı dinsel ve etnik kimlikli insanlar arasında eşitliğe özen göstermek, çıkar çatışmalarına izin vermemek esas olmalıdır. Kuruluş; faaliyetlerin, projelerin, girişimlerin nedeni ve ileriye matuf olarak sonuçları konusunda bir açıklık politikası içerisinde hesap verebilmelidir. Kuruluşun personel ve gönüllü katılım politikaları, toplumsal ilişkiler için bir toplum politikası ve eğitim politikaları olmalıdır.
4. İşbirlikleri ve Kaynaklar (Sponsorluk ve Fon Geliştirme):  Sermaye, bir kurumun kilit kaynaklarından biridir, ama hiçbir şekilde en kıt kaynak değildir. Kurumlarının en kıt kaynakları insandır. Gönüllüler; parasal kaynak, düşünce ve emek gücü, baskı unsuru olarak kamuoyu oluşturmak, üst düzey ilişkiler kurmak, sözcülük yapmak, iletişim ve bilgilendirme merkezi olmak, gündem belirleyici ve örgütleyici bir unsur olmak ve yeni üyeler kazandıran temsilcilik rolleri bakımından sivil toplum kurumları için önemli bir kaynaktır. Amaç ve vizyonu çok net biçimde -etkinlikler, konferanslar, eğitimler ve kitle iletişim araçları ile- kamuoyuna aktarabilmeleri hâlinde üye ve gönüllü tabanı ile beraber ulusal ve yerel STKlarda hâlen en önemli gelir kaynaklarını oluşturan aidat ve bağış gelirlerini arttırma imkânı da elde edeceklerdir.
STKlar amaçları doğrultusunda çalışmalarını yürütebilmek için, kendi kaynakları dışında ek kaynaklar araştırabilme ve bulabilme yeteneklerini artırmalıdırlar. Misyon, hedef ve stratejilerin net olması, kaynak arama/bulma konusunda faydalı olacaktır. STKlar kullandıkları fonun/kaynağın nereye, ne kadar, nasıl harcandığını, ana kalemler olarak başta kendi üyeleri ve kaynak aktaran kuruluşlar olmak üzere, kamuoyuna açıklamalıdırlar. Kaynak aranması, bulunması, kullanılması ve projenin tamamlanması aşamalarında olabildiğince şeffaf olunmalıdır. Sponsorluk ve kaynak ilişkisinde yani para veren-alan ilişkisinde, ortak beklenti ve yararların en başta iyi tanımlanması (sözleşme) ideal olandır. İç ve dış işbirliği için oluşturulan mekanizmalar verimi kösteklemeyen ve iktidar mücadelesine yol açmayan nitelikte olmalıdır. İşbirliğine giren kuruluşlar bilgi, sorumluluk ve şeffaflığı paylaşmalıdırlar.
5. Süreçler: Mümkün olduğunca yalın ve şeffaf bir organizasyon yapısına sahip olmak önemlidir. Bilgi teorisinin de söylediği gibi her yeni katman gürültüyü ikiye katlayacak ve mesajı yarıya indirecektir. Bir sivil toplum kuruluşunun, toplum ve toplumsal değerler üzerinde düşünmesi demek, aynı zamanda hem kendisi, yani içinden çıktığı toplumsal koşullar üzerinde, hem de vazettiği değerlerin toplum tarafından nasıl benimsenip uygulanacağı üzerinde düşünmesi demektir. Kısacası sivil toplum kuruluşlarının toplum üzerinde bilgilenmeleri demek, kendi haklarında bilgilenmeleri demektir. Toplumsal değerlere müdahale etmenin, toplumsal değerleri korumanın veya geliştirmenin koşulu kendinin bilincinde olmak -Deming döngüsü kapsamında- sürekli kendini incelemek, kendine bakmak ve kendini dönüştürmektir. Çünkü sivil toplum kuruluşu toplumu değiştirme misyonunu kendinde görmekte ve bunun için eylem yapmaktadır. Ancak bu değişiklik sonucunda kendisini de değiştirebilirse ve ulaştığı hedefler sonrasında yeni hedefler belirleyebilirse ve öğrenmeyi öğrenebilirse kendi sürekliliğini de garanti edebilir. Öğrenen bir sivil toplum örgütü bilgiyi yaratma, edinme ve aktarma, yeni bilgi ve kavrayışları yansıtmak için davranışını değiştirme becerisine sahip olan örgüttür. Sürekli gelişme kültürü benimsenmeli ve sürekli gelişimin eğitimsiz olmayacağı unutulmamalıdır. Bütün öğrenme ve deneyim eğrilerinin de gösterdiği gibi, gereğince teşvik edilen bilgi ve sevgi, paylaşıldığında katlanarak büyüyecektir. Süreçlerin iyileştirilmesinde, bir disiplinin temelini oluşturan neden/sonuç ilişkileri ağının derinlemesine bilinmesi yaklaşımı esas alınmalıdır.
6. Çalışanların Tatmini: Ülkemizde birey düzeyinde gönüllülük bilincinin ve sorunların çözümünde inisiyatif alma becerisinin eksikliği önemli problemler olarak karşımızdadır. STKlar düzeyinde gönüllü katılımını sağlamada, gönüllü talebini gönüllü olacak bireye ulaştırmanın ve iletişimin eksikliği önemli bir sorundur. Gönüllülerin motive edilememesi ve üretkenliklerinin sağlanamamasında, STKlar içinde gönüllü yönetimine yönelik akılcı programlar olmaması ve organizasyon bozukluğu, büyük kayıplara yol açan en önemli unsurlardır. Sosyal çevre düzeyinde, ailede ve toplum içinde özgür ve gönüllü çalışmanın teşvik edilmemesi ve ekip çalışması alışkanlığının eksikliği yaygın bir sorundur. Gönüllü katılım sürecinde ortaya çıkan problemler içinde, kimi STKların zaman zaman gönüllülerine demokratik bir yapı içerisinde değerli olduklarını hissettirecek bir saygı ilişkisi kuramaması önemli bir yer tutmaktadır. Gönüllülerin STK hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan, yani STK misyonunu, hedeflerini, organizasyon yapısını, çalışma şeklini yeterince sindirmeden çalışmaya başlamaları da etik sorunlara yol açabilmektedir.
Gönüllülerin verdikleri söz ve desteklerini yerine getir(e)memelerinde, süreklilik göster(e)memelerinde iki taraflı olarak şeffaf davranılmaması da önemli bir etkendir. Başarılı bir çalışma için öncelikle STKlar misyonlarını, hedeflerini, stratejilerini, çalışma biçimlerini çok net olarak tanımlanmalı ve gönüllülere aktarmalıdırlar. Gönüllüler için bir tanışma ve oryantasyon programı uygulamak gereklidir. Neden, niçin ve nasıl hizmet verebileceği anlatılmalıdır. Gönüllülerin üstlenebileceği işler kendi istek ve imkânlarına uygun olmalı ve gönüllülere uygun ve tanımlanmış işler verilmelidir. Kurum içinde eşit davranılma, eğitilme, rehberlik, yönlendirme, uygun çalışma mekânı bulma, takdir ve motive edilme, deneyim çeşitliliği, tercih hakkı, sürekli iletişim, fikir beyan etme ve görev kabul etmeme gibi gönüllü hakları yazılı olarak belirlenmelidir. Gönüllülerin ihtiyaçları ve sorunları konusunda bilinçlenmiş olmaları, ortak çıkar ve amaçlarını belirlemeleri, sorunlarına çare bulabilmeleri için kullanacakları araçları çok iyi saptamaları gerekmektedir. Paylaşılan değerler; kişisel etkinlik duygularını pekiştirecek, sadakati sağlayacak, temel hedeflere ulaşmayı kolaylaştıracak, ahlâkî davranışları teşvik edecek, iş stresini azaltacak, gurur duygusunu aşılayacak ve ekip çalışmasını kolaylaştıracaktır.
7. Toplumla (Müşterilerle) ve Devletle İlişkiler: Sivil toplum kuruluşlarının projeleri ve bu projelerinin uygulanış biçimleri geniş insan topluluklarını ilgilendirmektedir. Bir yanda bu kuruluşları maddî olarak veya başka biçimlerde destekleyenler, bu kuruluşlarda gönüllü veya profesyonel olarak çalışanlar yani kuruluşla bir tür organik bağ taşıyanlar, diğer yanda projelerin uygulanmasında hedef alınan veya yaşamları bu uygulamalardan etkilenecek kesimler vardır. Dolayısıyla etik sorunu sadece kurum içi idarî bir sorun değil, aynı zamanda geniş toplum kesimlerini de ilgilendiren bir sorundur. Çünkü etik dışı bir davranışın, sadece kuruluşu destekleyenler, gönüllü olarak çalışanlar gibi kuruluşla organik bağ taşıyan ve işleyişini sağlayanları değil, aynı zamanda kuruluşun misyonunun kamuda algılanması ve desteklenmesini de olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır.
STKlar toplum dışı ya da toplum üstü değildirler. Toplumun aktif bir parçasıdırlar. Bu anlamda toplumun bir parçası olarak hem kendileri değişirler hem de toplumun değişmesine katkıda bulunurlar. STKlar içinde bulundukları toplumu ön yargısız olarak anlamaya çalışmalı, sorunlarını, ihtiyaçlarını birlikte saptamalı ve çözüm yollarını birlikte aramalıdır. Toplumla ilişki kurmada bir halkla ilişkiler stratejisine sahip olunmalıdır. 1998 yılında yayınlanan Önde Gelen STKlar Araştırma Raporuna göre; STKların % 30unda başkan bu görevi üstlenmiş durumdadır. Görevi özel olarak halkla ilişkiler olan sorumluların oranı % 2,4dür. Oysa bilgiye dayalı iletişim popülarite, popülarite halkın güveni, güven de katılım ve kaynak demektir.
STKların toplumla ilişki kurmadaki başarılarının nihaî belirleyicisi ürünlerinin kalitesidir. STKların kendilerini topluma kabul ettirmeleri, ortaya çıkardıkları ürünlerinin (mal/hizmet) niteliğinin yüksekliği ile bağlantılıdır ve STKlar bu bilinç ile çalışmalarını yürütmelidir. STK çalışmaları toplumdaki bireylerin yurttaşlaşma sürecine de bir katkıdır. Dolayısıyla her STK, bir yandan kendi özel ürününü üretirken, öte yandan yurttaşlaşma sürecine katkısının bilinciyle davranmalıdır. STK devlet ilişkilerinde köklü bir iyileşmenin sağlanması devletin demokratikleşmesine ve eşit yurttaşların devleti durumuna gelmesine bağlıdır. Devletin küçülmesi, bir yerlerden çekilmesi anlamına gelmektedir. Devletin çekildiği yerlerin doldurulması sivil toplum kuruluşları ile olacaktır. Bir toplumdaki toplumsal ve siyasal kurumlar özerktir, devletle ilişkilidir, fakat devlet tarafından denetlenemez ve devlete tâbi değildir. Bu yüzden, bir sivil toplum kuruluşunun sağlıklı çalışabilmesi için sivil toplum ile devlet otoritesinin kurumsal ayrılığı esastır.
8. Temel Performans (Proje) Sonuçları: Sivil toplum kuruluşlarının kendi (resmî sektörle türdeş olmayan) sahalarını yaratabilmeleri, bilgi üretme biçimi olarak farklı bir yerde durabilmeleri ve özerkliklerini sağlayabilmeleri açısından proje geliştirme süreçleri çok önemlidir. Projeyi plânlayacak, uygulayacak ve değerlendirecek yeterlikte bir gurubun olması gereklidir. Projenin başlayacağı sorun alanının sosyal, kültürel ve politik çerçevede tanımı yapılmalı, hedefler, hedeflere ulaştıracak stratejiler, projenin sonunda hedef gurubun çıkarlarının tespiti ile zaman ve maliyet analizleri yapılmalıdır. STKlar alanlarını bir bütün olarak, sistematik bir biçimde değerlendirmeli ve yaptıkları hataların farkında olarak -yenilikçi ve öğrenen bir yapıda- gelişmelerini hızlandırmalıdır.
 
Sonuç
Sivil toplum kuruluşları toplumu değiştirme misyonunu kendinde görmekte ve bunun için eylem yapmaktadırlar. Ancak bu değişiklikler sonucunda kendilerini değiştirebildikleri ve ulaştıkları hedefler sonrasında yeni hedefler belirleyebildikleri ölçüde kendi sürekliliklerini garanti edebileceklerdir. Küçülen dünyamızda büyüyen sivil toplum kuruluşlarının sürekliliğinin garantisi -“nasıl daha iyi olabilir?” sorusuna sürekli yanıt arayıp kendisini de yenileyerek yarının en iyi yönetim tarzı olacağının güvencesini vermiş olan- “Toplam Kalite Yönetimi”ndedir.
 


Yazdır



Bilgi Bankası